Gemma Jones, filin kafası üzerinden sırtına tırmanırken tereddütlüydü.
Tayland’ın kuzeyinde Chiang Mai yakınlarındaki tepeleri kaplayan cangılın içindeydiler. Takvimler 2002 yılının Ekim ayını gösteriyordu.
Katıldıkları tura diğer gezginler yüksek puanlar vermişti. Belki de bu yüzden, Jones bir merdiven hatta bir eyer bekliyordu. Ancak bunun yerinde filin sırtına iple asılmış bir kalas olduğunu gördü. Bir yandan tırmanıyor bir yandan da “Umarım bir sorun olmaz” diye düşünüyordu.
Bugün 45 yaşında olan Jones, İngiltere’nin Warwickshire şehrinde yaşayan bir klinik psikolog ve yoga terapisti.
Söz konusu olay sırasında Jones henüz 24 yaşındaydı. İki arkadaşıyla birlikte Güneydoğu Asya, Avustralya ve Yeni Zelanda’yı içeren 15 aylık bir yolculuğa yeni başlamıştı.
FİLE BİNİP GEZMEK EN ÇOK İSTEDİĞİ ŞEYDİ
Aslında tecrübeli bir gezgin sayılırdı. Ancak sülüklerle, açık hava banyolarıyla ve “kafam kadar” dediği örümceklerle bu yolculuk Jones’u konfor alanının kıyısına getirmişti.
Turun üçüncü ve son gününde şehre geri dönmek için can atan Jones, en heyecanla beklediği etkinlik olan fil gezisini yapmadan gitmek istemiyordu.
Dokuz kişilik gezgin grubu için dördü yetişkin biri yavruluktan yeni çıkmış beş fil ayarlanmıştı. Her file bir rehber eşlik ediyordu.
Jones ve arkadaşı Yvette birlikte bir büyük file binecekti. Üçüncü arkadaşları Berni ise tek başına yavru fille gidecekti.
Jones filin sırtına bindiğinde fark ettiği ilk şey hayvanın büyüklüğü oldu. O güne kadar çok doğa belgeseli izlemişti ancak yakından görmek televizyonda izlemeye benzemiyordu. Sırtına bindikleri fil, boyu 3,5 metreyi, ağırlığı ise 5.400 kilogramı bulabilen bir Asya filiydi. (Afrika filleri biraz daha iri oluyor.) Fil o kadar büyük ve genişti ki Jones sırtında otururken ne yerleri ne de hayvanın kafasının yanında yürüyen rehberi görebiliyordu.
REHBERİN YÜZÜ BİR SORUN OLDUĞUNU GÖSTERİYORDU
Jones’un karşı karşıya kaldığı bir diğer sürpriz, filden gelen homurtu olmuştu. Bütün vücudunu titreten bu ses Jones’u şaşırtmıştı çünkü fillerden böyle sesler çıkabildiğini bilmiyordu. O yıllarda fil gezileri masum birer eğlence olarak görülüyordu ve Tayland’ın en önemli turistik etkinliklerinden biriydi. Jones, “20’li yaşlarınızda şunun farkına varamıyorsunuz: Bir şeyi yapmaya izninizin olması her şeyin yolunda gideceği anlamına gelmiyor” diye konuştu The Guardian’a.
O esnada filler yürümeye başladı. Zeminin engebeli olmasının da etkisiyle Jones ve arkadaşı filin üzerinde çok sallanıyordu. Jones, “Yola çıkar çıkmaz, ‘Hoşuma gitmedi’ dedim” ifadelerini kullandı.
10 dakika kadar sonra fil aniden durunca Jones az daha öne doğru fırlayacaktı. Yolculuk bu şekilde dura kalka devam ediyordu. Fil üçüncü kez durduğunda Jones, o esnada görüş alanına giren rehberin yüzünü gördü. “Adam bembeyaz olmuştu. Korkusu yüzüne yansımıştı” diyen Jones, bir terslik olduğunu hissetti.
Rehber bir anda arkasını dönüp koşmaya başladı. Fil de peşinden gidiyordu. Jones, “Ne kadar süre filin üzerinde kaldığımızı bilmiyorum; birkaç saniye de olabilir birkaç dakika da…” ifadelerini kullandı.
‘BEYNİNİZ VÜCUDUNUZUN KONTROLÜNÜ ELE GEÇİRİYOR’
Bu sürenin sonunda, sert bir biçimde dikenli bir çalının üzerine çakıldılar. O esnada yüzündeki gözlükler düşünce, Jones bir süre etrafını göremedi. Üzerindeki kıyafetler yırtılmıştı. Aynı şekilde vücudunun sol tarafında da kolunun altından kalçasına doğru kocaman bir sıyrık vardı. Ancak yine de kısa bir an bir rahatlama hissetmişti Jones. O anı, “Güvende olduğumu, tehlikenin geçtiğini düşünüyordum. Ama bir an sonra filin koşmaya devam etmediğini, hâlâ üzerimizde olduğunu idrak ettim” sözleriyle anlattı.
Jones bundan sonra olanları, bir sessiz filmdeki gibi resimler halinde hatırladığını söyledi ve ekledi: “Böyle ölüm kalım durumlarında beyniniz sürekli yetişmeye çalışıyor. Her şey saniye saniye değişiyor.”
Acı hissetmediğini de sözlerine ekleyen Jones, “Öğrendiğim şeylerden biri bu: Beyniniz vücudunuzun kontrolünü ele geçiriyor ve sizi uyuşturmaya başlıyor. Bu travmanın bir parçası, bedeninizden ayrışıyorsunuz. Bunu yapmak zorundasınız; aksi takdirde yaşadıklarınızla başa çıkamazsınız” ifadelerini kullandı.
Yvette kaçıp filin görüş alanından çıkmayı başarmıştı. Ancak Jones’un üzerinde uzun kollu ve uzun paçalı giysiler olduğundan çalının dikenlerinden kurtulamıyordu. Yvette daha sonra Jones’a, “Seni orada yalnız bıraktığım için kendimi suçluyorum” dese de Jones’a göre, arkadaşının başka seçeneği yoktu. Jones, “Savaşmak gibi bir seçenek yoktu, tek seçenek kaçmaktı. Hiç şansınız yoktu. Fil kocamandı ve her yerdeydi” diye konuştu.
“BURAYA KADARMIŞ” DİYE DÜŞÜNDÜ
Jones, dev gibi görünen filin karnının altında elleri ve dizleri üzerinde duruyordu. Hayvanın bacakları kocaman birer ağaç gövdesine benziyordu. Fil ayaklarını yerlere vuruyordu. Jones, “O noktada ailemi düşünmeye başladım. Bunun onlar üzerindeki etkisini, ben ölürsem olacakları düşünüyordum” dedi.
Ardından fil, defalarca Jones’u hortumuyla tutup havaya kaldırdı ve var gücüyle yere fırlattı. Jones’un o sırada aklından tek bir şey geçiyordu: “Tüm yaşayacaklarım şu ana kadar yaşadıklarım olacakmış. Buraya kadarmış.”
Filin ise pes etmeye niyeti yoktu. Yere çöken hayvan Jones’un üzerinde sağdan sola doğru yuvarlandı. Jones, “Bütün kemiklerim aynı anda kırıldı; köprücük kemiğim, kaburgalarım, kalçam. Hissetmedim ama sesini duydum. Kendi kendime, ‘Eyvah! O ses omurgamdan geldi’ dedim” ifadelerini kullandı.
BİR ANDA ORTALIK AYDINLANDI
Jones’a göre yaşamasını sağlayan şey zeminin yumuşak olmasıydı. Dahası jimnastik ve yoga yaptığından filin darbelerinin etkisini yönetebiliyordu. Ancak hayatta kalma şansını artırabilecek hiçbir şey yapabilecek durumda değildi. Her şeyi şans ve koşullar belirliyordu.
Jones’un hatırladığı bir diğer şey de filin kısa, fırça gibi kıllarıydı. Jones’un üzerinde yuvarlanıyor ve güneşi görmesini engelliyordu. Jones kendini filin kafatasını ezip parçalamasına hazırlamaya başlamıştı.
Ancak bir anda ortalık aydınlandı. Jones, “Güneş yüzüme vuruyordu ve fil gitmişti” dedi.
Fil gidince rehber geri döndü, Jones’u ayağa kaldırıp bir çitin üstünden atlatarak yakındaki bir kulübeye götürdü. Jones’un vücudundaki uyuşukluk gitmiş, her yeri aynı anda dayanılmaz bir biçimde acımaya başlamıştı.
Rehberin, Jones’u bir masanın üzerine yatırdığı esnada, gruptaki diğer arkadaşları bir kamyonetle kulübeye geldi. Tam adı Bernadette Johnen olan Berni, The Guardian’a yaptığı açıklamada o anları çok net hatırladığını belirtti.
LEĞEN KEMİĞİ, ÜÇ KABURGA VE BİR KÖPRÜCÜK KEMİĞİ KIRILMIŞTI
Berni’nin ilk tepkisi rahatlama olmuştu. Jones’un üstü başı toz toprak içindeydi ve giysileri yırtılmıştı. Gözlerinden birine de kan oturmuştu. Ancak görünen bir yarası yoktu. Hatta konuşabilir haldeydi. Berni, “Ancak ona dokunduğumuzda ya da yanına yaklaştığımızda çığlık atmaya başlıyordu” ifadelerini kullandı.
Chiang Mai’yle ulaşmaları arabayla 1 saatten fazla sürdü. Yoldaki her çukur her tümsek, Jones için bir işkenceydi. Chiang Mai hastanesindeki doktorlar genç kadına ağrı kesici verip vücudunun röntgenini çekti. Sonuçta leğen kemiğinin boydan boya kırıldığı anlaşıldı. Dahası köprücük kemiklerinden biri ve kaburgalarından üçü de kırılmıştı. İç kanaması da vardı ama ameliyat olmaya ihtiyacı yoktu.
Jones ağrıları biraz hafifleyince hastaneden ailesini aradı. Evden neredeyse bir hafta önce ayrılmıştı ve o zamana kadar hiç konuşmamışlardı. Morfin etkisindeki Jones babasına, “Bir fil gözlüklerimi kırdı” dedikten sonra telefonu Berni’ye verdi.
DAYANILMAZ ACILAR İÇİNDEYDİ
Jones’un anne ve babası iki gün sonra Tayland’a ulaştığında, genç kadının vücudundaki şişkinlikler nedeniyle hareket edemez haldeydi. Jones, “Şişme içeriden geliyordu. Hiçbir şey yapamıyordum; gülemiyordum, ağlayamıyordum, hapşıramıyordum” ifadelerini kullandı.
Rutin röntgenler ve yaralarının üzerindeki sargıların değiştirilmesi bile dayanılmaz acılara neden oluyordu. Hastanedeki ikinci gününde başladığı fizyoterapi seansları çok fazla dayanıklılık istiyordu. Hastane çalışanlarından hangilerinin elinin hafif olduğunu öğrenmek en önemli önceliği haline gelmişti. Örneğin tekerlekli sandalyesine oturup kalkmasına yardım eden bir hastabakıcıyı hâlâ sevgiyle andığını belirten Jones, “Çaresiz durumda olduğunuzda detaylar en önemli şey haline geliyor” ifadelerini kullandı.
Berni de Jones’un bel bağladığı en önemli dayanaklarından biri olmuştu. Arkadaşının adına doktorlarla konuşuyor Jones’a fizyoterapi seanslarında yardımcı oluyor hatta kendi ifadesiyle Jones’u biraz da zorluyordu. Berni, “Bana çok güvendi ama aynı zamanda kendine de inanıyordu” dedi.
“BÜTÜN HALK ŞOKE OLMUŞTU”
İki arkadaş bugün halen çok yakınlar. Jones ve Yvette’in arkadaşlıkları da sürüyor.
Jones hastanede 10 gün kaldı. Bu süreçte geçirdiği kazanın haberi yayıldı. Olayın Tayland’ın turizm sektörü üzerindeki etkileri düşünüldüğünde, İngiltere konsolosluğu ve büyükelçiliği en baştan sürece dahil olmuştu. Jones, “Yaşananların harika bir tanıtım olmadığı ortadaydı” dedi.
Ancak Jones’un hatırladığı en önemli şey, yetkililer dahil tüm yabancıların kendisine çok nazik davrandığıydı. Jones, “Otel odam çiçeklerle dolmuştu. Hemşireler ve doktorlar beni koridorda durdurup hatrımı soruyordu. Sanırım bütün halk şoke olmuştu” ifadelerini kullandı.
YILDA 22 KİŞİ FİL SALDIRISINA UĞRUYOR
Tayland’da fil saldırıları oldukça nadir yaşanıyor. Resmi kayıtlara göre 2016-20122 yılları arasında bu saldırılarda 135 kişi hayatını kaybetti. Bu da yılda 22 kişiye denk geliyor. “Çalıştırılan” fillerin sayısı ise halihazırda 3.800 civarında.
Jones, “Bir fil tarafından saldırıya uğrama ihtimaliniz milyonda 1. Ama saldırıya uğradığınız takdirde hayatta kalma ihtimaliniz de milyonda 1. Ben kendimi çok ama çok şanslı hissediyorum” sözleriyle değerlendirdi bu durumu.
Hastanedeyken Jones, kendisine saldırılan filin başka bir yerden kiralandığını ve tanımadığı bir bölgede olduğu için stres altında olduğunu öğrendi. Rehberlerin hatalarının da yaşananlarda etkisi olmuş olabileceği belirtiliyor. Ne var ki olayın arka planı bir türlü aydınlatılamadı. Jones’a saldıran filin akıbetinin ne olduğu da belirlenemedi.
TEK İSTEDİĞİ YENİDEN SEYAHAT ETMEKTİ
Jones taburcu olduktan sonra ailesiyle birlikte 1 hafta daha otelde kaldı. Bu esnada rehabilitasyona devam etti. Yürümeyi yeniden öğrendiği sırada bile aklında tek bir şey vardı, macerasına kaldığı yerden devam etmek.
Nekahet dönemini Bali’de geçirmek istiyordu ancak Ekim 2002’de Kuta’da meydana gelen terör saldırısı nedeniyle fikrini değiştirmek zorunda kaldı. Saldırıda çoğunluğu genç turistlerden oluşan 200’den fazla kişi hayatını kaybetmişti. Bu olayın üzerine Jones Yvette’le birlikte İngiltere’ye döndü.
Warwickshire’da hızla iyileşen Jones, bir ay sonra yeniden seyahat planları yapmaya başladı. Yılbaşını Berni’yle geçirmek için Sidney’e bilet alan Jones, yolculuğa kaldığı yerden devam etmek istiyordu. Ancak Yvette onlara katılmak istememişti. Yaşadığı travma sonrasında çok erken olduğunu düşünüyordu.
Aslına bakılırsa Jones’un da iyileştiği söylenemezdi. Fil saldırısı, Bali’deki terör saldırısı ve bir önceki yıl yaşanan 11 Eylül saldırıları Jones’un kafasında birbirine karışmıştı. Uçma korkusuna kapılan Jones, gökyüzü bulutlandığı zamanlarda bile filin saldırısını yeniden yaşıyordu. Ancak pes etmeyen Jones önce bilişsel davranışsal terapi aldı sonra da dişini sıkıp Sidney’e giden uçağa bindi.
Jones, “Sanırım bazı açılardan yeniden seyahat etmeye başlamak, o noktada korkunun beni kontrol altına almasına izin vermemek önemliydi. Aynı zamanda travmatize olmuştum ve bunu fark etmemiştim” diye konuştu.
İNSAN KAYNAKLARINDAN KLİNİK PSİKOLOJİYE GEÇTİ
Kazandığı farkındalık sayesinde Jones ilk önce kariyerini değiştirdi. Sidney’de bir yıl yaşadıktan sonra Aralık 2003’te İngiltere’ye dönen Jones, klinik psikoloji alanında doktora yaptı. Saldırı öncesinde insan kaynakları alanında çalışıyordu ancak fille yaşadığı deneyim sayesinde kendi deyişiyle iki şeyin farkına varmıştı:
“Hayat göz açıp kapayana kadar değişebilir ve olacakları asla öngöremezsiniz. Hayatta tamamen yalnız ve çaresiz olduğumuz anlar vardır. Bunlardan kaçamazsınız, insani sorunlardır. Peki o zaman ne yapmanız gerekir? Bununla nasıl başa çıkacağımı anlamak istiyordum.”
Terapiye başlayan Jones, yoga pratiklerine de geri döndü. Saldırıdan 5 yıl sonra maruziyet terapisi için Taylanda gitti ve bir barınakta filleri besledi. Bu deneyimin “tuhaf ama faydalı” olduğunu söyleyen Jones, “O güzel, sakin hayvanın yanında durmak, saldırının kaosu ve acımasızlığına taban tabana zıttı. Kendi kendime sürekli ‘Ben nasıl oldu da ölmedim?’ diye düşünüyordum” ifadelerini kullandı.
Günümüzde palyatif bakım, ağrı yönetimi ve psikoonkoloji alanlarında uzmanlaşmış olan Jones, doğrudan travma odaklı terapi yapmasa da kendi tecrübelerinden faydalandığını belirtti.
Kendi travma sonrası stresinden kurtulmak için yaptığı en faydalı şeyin yoga olduğunu da sözlerine ekleyen Jones, “Bugün herhangi bir ağrım ya da gözle görülür bir yara izim kalmadı. Sadece köprücük kemiğim biraz eğri” ifadelerini kullandı.
The Guardian’ın “The elephant I was riding threw me, then rolled over me like a steamroller. All my bones broke at once” başlıklı haberinden derlenmiştir.